Bu gün yazımışın bazında biraz nostalji yapalım. İlk gençlik yıllarımızı çok iyi hatırlıyorum. Bu yazıyı okuyan kahir ekseriyetinde o günleri hatırladığından eminim. Eşimizle dostumuzla yakınlarımızla çok rahat oturur, siyaseti hep yakından takip ederdik. Kitle iletişim araçlarının şimdiki gibi çok olmaması ve TV'de sadece bir kanalın bulunmasından dolayı daha 12-13 yaşından itibaren rahmetli ev ahalisi ile birlikte siyaseti yakından takip ederdik. 

Sizi bilmem ama ben daha o yaşlarda aile büyüklerinle oturur saatlerce siyaset konuşurduk. O zamanlar saat 20.00'de başlayan TRT Haberleri pür dikkat dinler, gazeteleri takip eder hatta mecliste gerçekleştirilen bütçe görüşmelerini kıt kanatta olsa izlerdik. Aile bireyleri siyasilerin yaptığı konuşmalardan, meclisteki tartışmalarından sonuçlar çıkarırdı. 

Ancak o günlerde yapılan tartışmaların, bütçe görüşmelerinin bir çok elit bir yanı vardı. Soran sorduğunla kalmaz, eleştiren eleştirdiği ile kalmazdı. Yani sözün özü hem meclis hem bütçe körüşmeleri çok entelektüel seviyede geçerdi. Liderler biri diğerine laf soktuğu zaman ya da eleştiride bulunduğu zaman, çok seviyeli bir şekilde cevap verilirdi. Hiç bir siyasetçi diğerini küçümsemez, yapılan eleştirilere ciddiyetle cevap verirdi. 

Liderler ve siyasiler zeki, çalışılmış bir şekilde birbirlerine laf sokardı. Ve aynı düzey zeka ve ciddiyetlede cevapler verilirdi. Siyasiler arasındaki bu hiciv dolu atışmalar asla birbirinin kalbini kıracak, muhatabını aşağılayacak düzeyde olmazdı. Bu nedenledir ki bu tatlı atışmalar hoşumuza giderdi. Özellikle, Süleyman Demirel ve Turgut Özal arasındaki bu atatlı atışmalar bir efsaneydi. Şimdi bile aklıma geldiğimde yüzümde tebesümler oluşuyor. 

O zamanki siyasi kültür ve literatürü günümüz siyasi kültür ve literatürüne şöyle bir bakıyorum da arada neredeyse dağlar var. Liderlerin kullandığı dil, tercih ettikleri kavramlar, belagatın yerlerde sürünmesi ve birbirlerine hitap şekillerine bakınca ister istemez içimden "Nereden nereye" demeden geçemiyorum. Okumayan, yazmayan, dersine çalışmayan, basma kalıp klişeleşmiş sözlerden öte konuşmayan siyasetçilerin ön plana çıktığı bir Türkiye fotoğrafı var karşımızda.

Bugün Meral Akşener çıktı dedi ki; "Geçmişte de siyasi cinayetler vardı. Ama mertçe işlenirdi o cinayetler. Sinan Ateş cinayeti kalleşçe işlendi." Mertçe siyasi cinayet nasıl işleniyor birisi bana anlatırsa sevinirim. Mertçe cinayet nasıl oluyor. Ya da cinayetin merti nasıl oluyor. Uğur Mumcu mu mertçe öldürüldü? Kimi kastediyorsunuz Meral hanım? Gaffar Okan mı mertçe öldürüldü yoksa ensesinden haince öldürülen Hran Dink mi? 12 Eylül'de  sokaklarda can veren gençler, kim tarafından vurulduğunu bile bilmeden ölen gençler mi mertçe öldürüldü.

Meral Akşener tarafından Türk siyasi literatürüne kazandırılmış bu ifade, en ağır, en saçma sapan ifadelerden bir tanesidir. Mertçe siyasi cinayet nasıl oluyormuş? Meral Akşener bunu hepimize anlatsın, biz de öğrenelim. Cinayetleri 'mertçe' ifadesiyle anlatacak kadar siyasetin seviyesini yerlere düşüren bu liderlerin tamamını kınıyorum.

Meral Akşener'in ifadesi kadar ağır olmasa bile ilginç bir açıklamayı Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün çıktı dedi ki; "Bay Kemal'i Günah Keçisi ilan edip Yalnızlığa mahkum ettiler." Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın senelerce "Bay Kemal" diye hor gördüğü bir parti liderini şimdi bu şekilde yad etmesi ne kadar inandırıcı olabilir. 

Parti ayrımı yapmaksızın söylüyorum. Türk seçmeni, 20. yüzyılın son çeyreğindeki siyasi atmosferi özledi. Türkiye'nin, halkı kutuplaştırmayan, birbirine karşı saygılı ve seviyeli eleştiri yapabilen siyasetçilere ihtiyacı var.