Yerel seçimi saymazsak son günlerin kamuoyunda tartışılan en popüler konusu yüksek yargıda yaşanan savaş. Bu konuyla ilgili o kadar çok soru ve yorumla ile muhatap oluyorum ki anlatamam. Ben hukuk adamı değilim. Onun için yargıda yaşanan bu çatışmanın ne anlama geldiği noktasında çok isabetli bir yorumda bulunabileceğimi düşünmüyorum. 

Onun için ağırlıklı olarak bana gelen sorular üzerinden giderek bu konu hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Kamuoyunun cevabını en çok merak ettiği konu, bu sorun yeni anayasayı gündeme getirebilmek için kasten mi çıkartıldığı. Bence kasten çıkartılmıyor. Ya da bunun için kastel çıkartılmıyor. Bu tamamen benim yorumum. Ama hali hazırda böyle bir sorun var. Ancak bana göre yargı krizindeki sorun yeni bir anayasa yapmaktansa mevcut anayasayı işletmemekten kaynaklanıyor. Türkiyenin yeni bir anayasaya ihtiyacı olabilir. Ama bunu gündeme getirmenin yolunun yüksek yargıda kriz çıkartmaktan geçtiğini düşünmüyorum.

İkinci soru yine kısmen ilk soru ile alakalı. Soru şöyle; "Yargıdaki klikler arası güç savaşları, ideolojiler üstünden yargıya bakma ülkeyi nereye sürüklüyor?" Ben daha ziyade bu noktadan bakıyorum. Bu sorunun ne kadar önemli olduğu ve vatandaşın yargıya bakış açısını anlama bakımından oldukça ilgi çekici. Yani bizim bilmediğimiz bir ideolojik yapılanma yüksek yargı üzerinden hamle yapıp hükümeti zor durumda mı bırakmak istiyor. 

Sinan Ateş cinayetini hepimiz biliyoruz. Sinan Ateş cinayeti dosyası yargıda. Hatırlayın o günleri. MHP lideri Devlet bahçeli bu olayın patlak vermesi faillerinin kendi partilerine uzaması üzerine yaptığı açıklamada, "Hiç bir partilisini feda etmeyeceğini, gücü yeter varsa gelsin bir tane Bozkurt'u alsında görelim" diyerekten adeta adalete meydan okudu. Halbuki, "Adaletin kestiği parmak acımaz" ya da "Failler bulunasaya kadar üzerine gideceğiz. Ülküdaşımızın kanı yerde kalmayacak" şeklinde bir açıklama yapabilirdi. Yaptımı böyle bir açıklama. Yapmadı. MHP o dönem yapmış olduğu açıklamalar ile adeta güç gösterisi yaptı.

Bakın bu tehdit, rejime olan, anayasaya olan, nizama olan tehdit kadar Erdoğan Hükümeti'ne yönelik bir tehdittir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yüksek yargıdaki kriz ortaya çıkınca yapmış olduğu; "Biz bu krizde taraf değiliz, hakem konumundayız" demesine bu noktadan bakmak gerekir.  Erdoğan yaptığı bu ve benzer açıklamaları ile olayın üstünü soğutmaya çalışırken malesef yüksek yargıda muazzam bir çatışma var. 

Bir kısım soruda ise vatandaş muhalefetin bu krize bakış açısını ve neler yapabileceğini merak ettiğini soruyor. Açıkçası CHP bir şeyler yapmaya başladı. Ülkenin bir numaralı gündem maddesinin bu madde olduğunu deklare etti. Neler yapabilirler noktasına gelince ise, bir miting düzenleyerek hadiseyi gündemde tutabilir, Meclisi olağanüstü oturuma çağırıp sorunun çözülmesini isteyebilir. Şayet bir çözüm üretilmezse, meclisi boykot ve sine-i millete dönmeyi düşünebileceklerini gündeme getirmeleri gerekiyor.

 Bence bu şakaya alınacak bir şey değil. Yüksek yargıda kriz çıkartarak, rejimi askıya almak, devlete, adalete olan toplum güveni sarsmak kimsenin haddi değildir. Vatandaşın adalete olan güveni sarsıldı mı gerişi dönüşü olmayan tehlikeler doğabilir. O kerteye gelmeden yüksek yargıdaki krizin ivedilikle çözüme kavuşturulması gerekir. 

Avrupa Birliği'ne girmek için yoğun bir çaba harcadığımız süreçte, önümüze türlü zorlukların çıkarıldığı anda, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Bizi Avrupa Birliği'ne alırlar almazlar bu ayrı bir tartışma konusu. Biz Kopenhag kriterlerini Ankara kriteri yapar yolumuza devam ederiz" çıkışına belki en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçiyoruz. Ülkenin çıkarları, toplumun refah ve mutluluğu için evrensel normalara en kısa sürede dönüş yapmamız gerekiyor.